ARKADAŞLIK ve DOSTLUK KAVRAMI
Toplumsal yaşamın en yaygın sosyal ilişki biçimi arkadaşlıktır. Arkadaşlığı başlatan ise tanışan veya tanıştırılan iki insanın birbirlerini karşılıklı olarak beğenerek sevmeleridir. Bu yönüyle arkadaşlık, herhangi bir etkinlikte insanların birbirine karşı sevgi, yakınlık ve anlayış göstererek yardımlaşmalarını sağlar. Ancak oyun, okul, askerlik ve iş arkadaşıyla yaşam boyu görüşmeyi sürdüren insan sayısı yok denecek kadar azdır. Çünkü bu tür ilişkilerin doğasındaki rekabetçi nitelik, zamanla çıkar çatışmalarına yol açarak ilişkiyi sonlandırabilir.
Dostluk ise ego çatışmalarına feda edilmeyen bir arkadaşlığın yaşam boyu sürebilen bir ilişkiye dönüşmüş halidir. Sınanarak yılların süzgecinden geçen dostluklar kuşkuya yer vermeyen güçlü bir güven duygusu temelinde yükselir. Çünkü bir ilişki biçiminin dostluk olarak adlandırılabilmesi, beğenme ve sevme duyguları yanında saygı, güven ve sorumluluk duygularını da gerekli kılar.
Öte yandan, dostluk ilişkilerinde yaşanan hayal kırıklıkları zihinlerde karışıklık yaratır. Halk ozanı Âşık Veysel’in;
‘’Dost dost diye nice nicesine sarıldım;
Benim sadık yârim kara toprakmış.’’ dizeleri bu konuyu çarpıcı bir şekilde dile getirir. Benzer şekilde, büyük sufi Ömer Hayyam, dostluk hakkındaki düşüncesini;
‘’Bu zamanda az dostun olsun, daha iyi,
Herkesle uzaktan hoş beş edip geçmeli. Kalp gözü açılınca görüyor ki insan;
En büyük düşmanıymış, en çok güvendiği!’’ Rubaisiyle dile getirir. Ayrıca dostluğa duyulan kuşkuları pekiştiren deyimler de dikkate değer niteliktedir. Örnek olarak; ‘’Dost kazığı yemek, Dostluk başka alışveriş başka, Dost ile ye iç ama alışveriş yapma, Dostuna borçlu olma.’’
Bu açıdan bakıldığında, dostluk ilişkisinin hayal kırıklığıyla sonuçlanarak insanları umutsuzluğa ittiği görülebilir. Ancak bir başka açıdan bakıldığında ise asıl hayal kırıklığı yaratan etkenin hatalı seçimler ve yanlış adlandırmalar olduğu görülebilir. Büyük olasılıkla, her arkadaşlığın dostluk olarak adlandırılması hayal kırıklıklarına zemin hazırlamış olabilir.
Her insan, kendisini güvende hissettiren aidiyet duygusuna sahiptir. Yani bir aileye, bir kente, bir ülkeye ait olduğu inancı insana kendisini güvende hissettirir.
Ayrıca, aidiyet duygusu nedeniyle diğer insanlarla benzer niteliklere sahip toplumsal bir varlık olduğu yönünde bir bilinç de geliştirir. Öte yandan aynı insan, kendine özgü nitelikleri ile de herkesten farklı olma yönünde çaba göstererek özgür ve özerk bir ‘’birey’’ olmayı hedefler. Kapitalist sistemler ise tüketimi körüklemek amacıyla birey kavramının içini boşaltıp anlamını çarpıtarak ‘’bencilleşmeyi’’ öne çıkarır. Bunun için de bir insanın başkalarından farklı ve üstün olabilmesi için rekabeti, başarı takıntısını ve marka tutkusunu öne çıkaran algılar oluşturulur. Giderek ‘’birey’’ kavramı hiçbir insanca değere saygı duymayan, üretmeden açgözlülükle tüketerek yok eden ‘’bencil’’ insana dönüştürülür.
Bu yozlaşma, başarı takıntısıyla gördüğü her şeye sahip olma ve sahip olduklarını bir an önce tüketerek yok etme hırsını kamçılar. Doğal olarak insan ilişkileri de çıkarlar yönünde kullandıktan sonra kolayca bir kenara atılabilen sıradan tüketim aracı haline gelir. Birey olmayı beceremeyen bencil insan bir yandan başarı takıntısıyla insani değerleri yozlaştırırken öte yandan kendisinin de tükenmekte olduğunu göremez. Bu da genel anlamda, neredeyse tüm ilişkilerin olumsuz etkilenmesinin temel nedenini oluşturur. Tüketim kısır döngüsü içine sıkıştırılan insan, manevi doyum arayışını parayla satın alınabilecek nesnelerle sağlamaya çalışır. Öte yandan yüzleşmekte kaçındığı ‘’hayatta tek başına kalma’’ korkusundan bir çıkış yolu bulmak için de çaresizce çırpınır. Bu korkuyla dost arayışlarını sürdürmeği ihmal etmez ancak çok istemesine karşın bunu gerçekleştiremez. Çünkü içine sıkıştığı bencillik, hırs, gurur ve kibir zırhı birileriyle yakınlık kurulmasına veya birilerinin kendisine yaklaşmasına izin vermez. Cenap Şahabettin’in; ‘’Yalnız kendi çıkarını düşünerek dost arayan, dost değil hizmetçi arıyor demektir.’’ tespitiyle sanki bu gerçeği vurgular gibidir.
Baruch Spinoza; ‘’Gerçek dostluklar toprağın derinliklerine kök salmış ağaçlara benzer. En güçlü fırtınalar bile onu yerinden söküp atamaz.’’ tespitini yapar.