BAŞARI TAKINTISI
Başarılı olduğuna inanan insanlar çocuklarının da başarılı olması yönünde çaba gösterirler. Öte yandan başarısız olduğunu düşünenler ise çocuklarının başarılı olması için hiçbir özveriden kaçınmazlar. Böylece hemen her toplumda birey, aile ve eğitim sistemleri başarı için olağan üstü çaba gösterirler. Bunun için öncelikle ‘’Rol modeli’’ olabileceği öngörülen insanlar öne çıkarılır. Onların yaşam öyküleri ve ‘’başarı sırları’’ iletişim araçları yardımıyla geniş kitlelere ulaştırılır. Başarı için çok çalışmak yanında özellikle rekabetin gerekli hatta zorunlu olduğu yönünde mesajlar verilir. Bundaki asıl amaç, oluşturulan algılarla insanları yapay başarı konusunda koşullandırmaktır.
Oluşturulan algı sonucu, insanların bu tür yapay başarı arayışları sürecinde çıkar çevreleri devreye girmekte gecikmez. Yazılı ve görsel basın sürekli olarak farklı amaçlara hizmet eden başarıyı öne çıkarır. Reklamlar, TV dizileri ve sinema filmleri aracılığıyla hırsa dayalı yıkıcı ve acımasız bir rekabet körüklenir. İnsanlar bu şekilde daha çok çalışmaya, çok para kazanmaya ve aşırı tüketime yönlendirilir. Bir insanın çok parasının olması ve marka ürünlere yönelik tüketiciliği başarının ve gücün tek ölçüsü olur çıkar. Oluşturulan algıyla yapay başarıya ulaşmaya çalışan birey kapasitesini aşacak ölçüde zihinsel ve fiziksel enerji harcar. Bu da giderek başarı takıntısına dönüşerek ciddi anlamda psikolojik ve somatik (bedensel) sorunlara yol açar.
Başarı takıntısı rekabetin itici güçleri olan bencillik, kibir ve kurnazlığın gelişmesine uygun bir zemin hazırlar. Bu olumsuz duygular organizmada stres yaratarak kaygıya neden olur. Her stres durumunda kana yüksek miktarlarda epinefrin hormonu salgılanır. Aslında bu hormon, kısa süreli stres durumlarında organizmanın bozulan dengesini yeniden kurma işlevi üstlenir. Ancak stresin kronik hale gelerek yüksek düzeyde ve uzun süreli olması zararlı etkiler yaratır. Böyle durumlarda epinefrin hormonu yanında kortizol hormonu da yüksek miktarlarda salgılanır. Organizmanın doğal bir salgısı olan kortizol hormonu hücrelerde kalıcı hasarlar oluşturarak fiziksel sorunlara neden olur. Psikosomatik Tıbbın isim babası olarak kabul edilen Fransız tıp Dr. Franz Alexander, 1905 yılında; Pek çok fiziksel hastalığın temel nedeninin tıbbi değil; psikolojik olduğunu tespit eder. Bu konuda; aşırı uyumayı veya uykusuzluğu, obeziteyi, aşırı iştahsızlığı, kas spazmlarını, krampları, kalp çarpıntılarını, hiper tansiyonu, mide ülserini, kronik kabızlığı veya ishali, alerjik reaksiyonları örnek verir.
Bir diğer sorun, başarı takıntısının bireyin psikolojik dengesini bozucu etkiler yaratmasıdır. Çünkü bu takıntının arka planında bireyin başa çıkmakta güçlük yaşadığı aşağılık kompleksi yer alır. Alfred Adler; ‘’Tüm insanlar zayıf, hassas ve yetersiz bedenle dünyaya gelir. Bu da kişide ‘’Aşağılık Kompleksine’’ yol açar. Bunun sonucunda birey tüm yaşamı boyunca bu aşağılık duygusunun üstesinden gelmek için çaba gösterir. Bu çabanın itici gücü kişisel kazanç arzusuyla üstünlük elde etme çabası ve kişisel başarı için hırsa dayalı yıkıcı bir rekabet anlayışıdır. Bu itkilerle elde edilen başarılar kalıcı olmadığı gibi sürekli de değildir.’’ görüşünü savunur.
Takıntı haline gelen başarının itici gücü olan hırs sonu gelmez istekler içerdiği için bireyde yetersizlik ve başarısızlık hissine yol açar. Bu olumsuz duygu durumu her girişimin başarısızlıkla sonuçlanmasına ve hayal kırıklıklarına neden olur. Yaşanan ruhsal çöküntü çaresizlik duygusu yaratarak bireyin özgüvenini ve özsaygısını zayıflatır. Sonuçta, kaçınılmaz olarak nevrotik çatışmalar kişinin zihnini ele geçirir. Karen Horney; ’’Nevrotik birey zayıflığından nefret ettiği için kişisel başarı için güce aşırı ölçüde ihtiyaç duyar.’’ tespitini yapar. Bu nedenle birey, Nevrotik çatışmalarını dengelemek amacıyla her kesten daha güçlü, daha başarılı ve daha üstün olma yönünde çaba harcar. Ancak bu tür aşırı yüksek beklentiler yaşamın gerçekleriyle örtüşmez. Her girişim yine başarısızlıkla sonuçlanır ve nevrozu daha da derinleştirir.
Gerçek ve kalıcı başarı ‘’anlayışı’’ ile yapay ve geçici başarı ‘’algısı’’ oldukça farklılık gösterir. Yapay ve geçici başarılar genellikle çıkar amaçlı algı yaratma sonucu oluşturulur. Bu tür başarı arayışları, insanın onurlu yaşam yolculuğundaki var oluşunun anlamını ve amacını çarpıtır. Gerçek ve kalıcı başarıya ulaşmak, insanın sürekli olarak kendisini geliştirerek değişebilmesiyle gerçekleşir. Böylece insan hırsın, bencilliğin tutsaklığından kurtularak zihinsel anlamda özgürleşir. Öfke ve saldırganlık duygularından özgürleşen insan kendisine, başka insanlara, hayvanlara ve doğaya zarar veremez. Bu tür yüksek farkındalık düzeyi ile insan kendisine, tüm canlılara ve doğaya yarar sağlayacak düşünce, tutum ve davranışlar sergiler. Aslında başarılar kadar başarısızlıklar da yaşamsal deneyimlere dönüşür. Her deneyim, bireyin yaşam süreci içerisinde karşılaştığı sorunlara çözüm üretme becerisinin temelini oluşturur. Bu da bireyin doğasındaki üretkenlik ve sevebilmek gibi erdemleri ortaya çıkarır. Erdemli olmak gibi evrensel değerlere sahip bir insan için ‘gerçek ve kalıcı başarıya’ ulaşmak ise kendiliğinden gelişen bir süreçtir.
Bireysel başarılar topluma yarar sağladığı ölçüde gerçek ve kalıcı başarıya dönüşür.