BİR KADIN, BİR ADAM VE DENİZ FENERİ
Adam telefonunu, ikici zil sesiyle çabucak açtı.Uzun zaman önce, bir süre görüştüğü kadındı arayan. Anlatmak istediği çok şey olduğunu söyleyerek ısrarla görüşmek istiyordu. Sözleştikleri saatte, deniz kıyısındaki çay bahçesinde buluştular. Uzunca bir süre konuşamadan ve gözlerini birbirinden kaçırarak sessizce oturdular. Kadın beyaz giysilerini tamamlayan beyaz, küçük çantası ve yine beyaz spor pabuçlarıyla oldukça göz alıcıydı. Adam, sohbeti kendisinin başlatmasının daha doğru olacağını düşündü. Konuşmak için derin bir nefes aldıktan sonra dirseklerini masaya dayadı ve hafifçe öne doğru eğildi. Aynı anda kadın zarif bir baş hareketiyle saçlarını arkaya savurarak anlatmaya başlamıştı. Adam, konuşmaktan vaz geçerek iskemlesinin arkalığına yaslandı. İlgi ve dikkatle kadını dinlerken bir yandan da Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin Mesnevisindeki bilgelik dolu şu sözlerini zihninden geçiriyordu.
‘’Şimdi, bencillikten sıyrıl ve dertlinin derdini dinle.
Kaygılı birinin öyküsünü dinlemekle, bil ki; ona yardım ediyorsun.
Çünkü gönlü daralanların dertlerini dinlemek,
YÜCE CANLARIN sıkıntılarına ortak olmaktır.
Unutma ki onun HER ŞEYİ BİLEN,
Fakat kaygı dumanıyla bulanıklaşmış bir GÖNÜL EVİ var.
Dinlemekle geniş bir pencere açıyorsun o eve.
Senin dinlemenle alacağı bir soluk,
onun gönlündeki acı veren dumanları dağıtacaktır!’’
Kadın; ‘’Biliyor musun, ne zaman bir Deniz Feneri görsem aklıma hep sen geliyorsun.‘’ sözleriyle konuşmasına başlamıştı. Hiç beklemediği bu başlangıç şaşırtmıştı adamı. Gülümseyerek; ‘’Anlamadım.’’ dedi.
Kadın ilk kez sevgiyle baktı adamın gözlerine. ‘’Anlatayım.’’ dedi. ‘’Yaşam, kendimi bildim bileli hep dalgalı ve karanlık bir deniz gibi oldu benim için. Aslında biliyorum, duygusal arayışlarımın yarattığı beklentilerdi yaşam denizimi dalgalandıran. Ne zaman birinden ufacık bir ilgi görsem, deli gibi seviyordum onu. Kimden küçücük bir yakınlık görsem, sonsuzca bağlanıyordum ona. Ama ne yazık ki, asla uzun sürmüyordu bu. Çünkü çok geçmeden ne gösterilen ilginin ne de hissettirilen sevginin gerçek olmadığını görüyor ve yıkılıyordum. Bu sahte yaklaşımların yapay sıcaklığı kısa sürede yerini ilgisizliğin, umursamazlığın dondurucu soğukluğuna bırakıyordu. Beni kısa bir süre yaşama bağlayan bu ikiyüzlü yakınlıklar, ruhumu üşüten karlı karanlıklara dönüşüyordu ansızın. Umutlarımla birlikte sevgim de tüketiliyordu acımasızca. İnciniyor ve üşüyordum kimsesiz.’’
Kadın, çayından bir yudum almak için bardağa uzandı. Ancak eli, kontrolden çıkmışçasına titriyordu. Çayı üzerine dökebileceği endişesiyle bardağı almaktan vaz geçerek konuşmasını sürdürdü. ‘’Küçük insanların sevgileri de yürekleri gibi küçücüktü. Bu yüzden, bir kez olsun içtenlikli bir sevginin sıcaklığını yaşayamadım. Duygularımı doyasıya yaşayamamanın acısı gönül bağlarımı koparıyordu, içimi de acıtarak. Yaşam denizi işte böylesi acımasız dalgalarla savuruyordu beni bir o yana, bir bu yana. Nerelere savrulduğumu göremiyordum artık. Göremiyordum çünkü yaşamımın ufukları zifiri karanlıktı. Bu karanlık, eğer gecenin karanlığı olsaydı sabahın ışıklarını bekleme umudum da olurdu. Beklerdim sabırla. Ama acımasızca içine itildiğim bu karanlıkta sabrın da umudun da hiç bir anlamı yoktu! Çünkü bu karanlık; sevgisizliğin, ilgisizliğin, çıkarcılığın, ikiyüzlülüğün ve bencilliğin ruhumu sarıp sarmalayan karanlığıydı.’’
Öfkelenmişti kadın. Sesinin yükseldiğini fark edince sustu. Çevredekileri rahatsız etmiş olabileceği endişesiyle etrafına bakındı. Kimsenin ilgilenmediğini anlayınca rahatlamış ve derin bir nefes almıştı. Sakinleştiğini anlatmak isteyen zarif bir el hareketine eşlik eden mahcup bir gülümsemeyle sürdürdü konuşmasını.
‘’İlkel bir gururdan güç alan bencillikle kendini vaz geçilmez sanmanın ruhuma zift gibi yapışan karanlığıydı bu. Değersiz ve önemsiz sayılmak öz güvenimi zayıflatıyor, öz saygımı zedeliyordu. Giderek yalnızlaştırılıyordum. Yapayalnızdım bu dalgalı ve karanlık yaşam denizinde. Anlaşılamamak nefesimi kesiyordu. Ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilemeden savruluyordum çaresizce. Tek başınalığın içimi titreten korkularıyla yolumu yitirmişken, bir ışık gördüm çok uzaklarda. Böylesi zifiri karanlıklarda büyük bir umuttu küçücük bir ışık. Ona ulaşmaya çabaladım tümüyle tükenmeden. Yaklaştıkça umutlandım. Umutlandıkça güçlendim yeniden. Artık çok yakındık, karşı karşıyaydık. Sendin o ışık!’’
Adam utangaç bir gülümseyişle karşı çıkacak oldu. Ama kadın oldukça kararlı bir el hareketiyle onun konuşmasını engelleyerek konuşmasını sürdürdü.
‘’Sen konuşurken de beni dinlerken de ışıklar saçıyor ve karanlık dünyamı aydınlatıyordun. Aslında çok az konuşuyordun. Buyurgan olmayan ses tonun ruhumu okşuyordu. Sevgi, anlayış ve duygu yüklü sözlerinle kalbimdeki kırıkları sarıp sarmalıyordun. Sözlerin ışık olup zihnimi aydınlatırken soluksuz dinliyordum seni; toprağın suya hasretiyle. Kimi zaman da sadece gözlerin konuşuyordu; gülen veya hüzünlenen bakışlarla. Seni dinlerken, nicedir sevgisizliğin dondurucu soğuğuyla üşüyen yüreğimin ısındığını hissediyordum. İlk kez birinin sözümü kesmeden dinlediğini hissettiriyordun bana. Acılarımı, sorunlarımı duyarlılıkla dinlemen güven veriyordu, daha önce hiç yaşamadığım kadar. Asla yargılamıyor ve suçlamıyordun. İçtenlikli bir ilgi, anlayış ve sabır senin varlığında ete kemiğe bürünüyor ve yol gösteriyordu bana. İşte bu yüzden ne zaman bir Deniz Feneri görsem hep seni anımsıyorum.‘’
Kadın, sevgi dolu gözleriyle adama bir kez daha bakarak konuşmasını sonlandırmıştı. Asil bir ruha sahip kadının yaralı kalbinin derinliklerinden kopup gelen bu sözler adamın zihninde ve yüreğinde yankılanıyordu. Onun söylediklerini düşünürken bir yandan da kadınların gerçekten çok özel, eşsiz varlıklar olduğunu geçiriyordu içinden. Uzunca bir süre sessizliğini korudu. Bu arada, kadına karşı olan duygularını anlamaya çalışıyordu. Önce kadına acımış olabileceğini düşündü. Ancak, hemen sonrasında, acıma duygusunun, arka planında kibir duygusunu ustalıkla gizlediğini anımsadı. Bu utanç verici fikri hızla zihninden uzaklaştırdı. Aslında, kadının çektiği tüm acılara karşın hala onurlu bir duruş sergileme becerisine sahip oluşuna tanık olmuştu. Bu nedenle kadına yönelik duygusunun, ona olan hayranlığının sonucu gelişen derin bir saygı olduğunu fark etmesi uzun sürmedi. Bu farkındalıkla bir şeyler söylemeliydi ama şimdi de söze nasıl başlaması gerektiğini bilemiyordu. Kendisine düşünme fırsatı yaratmak için, artık çoktan soğumuş olan çayından bir yudum aldı. Sonunu öngöremediği bir konuşma yaptığı hiç olmamıştı. Ama şimdi konuşamayacak kadar duygu yüklüydü ve kadın onun bir şeyler söylemesini bekler gibiydi.
‘’Deniz Feneri olup, yol gösterdiğimi söylüyorsun. Çok anlamlı bir benzetme. Ama öte yandan, hiç hak etmediğim bir övgü bu. Oysa sendin, siz kadınlardınız gerçekte ışıklar saçarak beni, bizi aydınlatan.’’ diyebildi.
Kadın itiraz edecek oldu ama adam duymazlıktan gelerek konuşmasını sürdürdü.
‘’Evet, biliyorum. Nefretin ve şiddetin kaskatı kayalıklarına çarparak yaralanmıştın. Hiç hak etmediğin halde; sevgisizliğin ve ilgisizliğin dalgalı karanlıklarında kaybolmuştun. Umutların tükenmiş, sabrın kalmamıştı. Son bir umutla ürkek ve yaralı bir güvercin gibi usulca gelişini anımsıyorum. Sen konuşurken yapabildiğim tek şey yaşadığın haksızlıkları dinleyip anlamaya çalışmak ve tüm kalbimle hak vermekti. Huzur veren bir ses tonuyla yaptığın konuşmalarındı asıl beni aydınlatan. Etkileyici hatta büyüleyici güzelliğinin göz kamaştırıcı ışıklarıydı gerçekte ‘’Deniz Fenerinden’’ yine sana yansıyan. Sen, yani siz kadınlar aslında kendi ışığınızla aydınlanmanın sevinciyle gülümserken ne kadar zarif ve cömerttiniz. Çünkü anne olarak, eş olarak ve evlat olarak karşılık beklemeyen emekler veriyordunuz. Karşılıksız sevgi veriyordunuz yürek dolusu. Ben sadece, olağan üstü bir güçle ve kendi çabanızla karanlıklardan aydınlıklara çıkma başarınızı büyük bir hayranlıkla izliyordum. Siz konuşurken zaman yavaşlayarak duruyor, mekân sisler arasında silikleşerek yok olup gidiyordu. Yaşamın ve ölümün bile olmadığı böyle anlarda söz de anlamını yitiriyordu giderek. Bu nedenle siz, katlanmak zorunda bırakıldığınız sıkıntılarınızı ve dertlerinizi yüreklice paylaşırken ben sadece dinliyordum. Dinlerken içimden geçen tek şey önünüzde saygıyla eğilmekti. Her erkeğin aslında yaşam denizi, eşsiz güzellikleriyle kadınlardı. Ama siz, bu gerçeği görmezden gelecek kadar alçakgönüllü ve cömertsiniz.’’
Sözleri bitmişti adamın. Kadın nemlenen gözlerini sildi ve saatine baktı. Usulca ayağa kalkarken; ‘’Vakit geç oldu, gitmem gerek. Belki yine görüşürüz’’ dedi fısıldayarak. Adam da ayağa kalkmıştı. Kadın yavaşça eğilip adamın yanağını sevgiyle öptükten sonra sahil boyunca güvenli adımlarla yürümeye başlamıştı. Yürüyüş yolu, elli metre kadar sonra sola kıvrılarak ağaçlı bir tepenin ardında görüş alanı dışına çıkarak devam ediyordu. Adam, kadının gidişini hayranlıkla izlerken onun bedeninin uyumlu deviniminden gözlerini bir an bile ayıramamıştı. ‘’Yürüyüşü, sanki ihtişamlı bir beyaz geminin denizin maviliklerinde süzülüşü gibi.’’ diye geçirdi içinden.
Beyaz giysiler içindeki kadın uzaklaştıkça görüntüsü giderek küçülmüş ve yürüyüş yolunun kıvrımında, ağaçlı tepenin ardında gözden kaybolmuştu. Eş zamanlı olarak, yolun ucundaki burundan beyaz bir gemi görüntüye girerek denizde yol almaya başlamıştı. Masmavi gökyüzüyle lacivert denizin buluştuğu ufuk hattında beliren beyaz gemiye bakarken kısa süreli bir zihinsel karmaşa yaşadı. Düş ile gerçeği ayıran o incecik çizgiyi bir an için yitirmiş gibiydi. Zihnini toparlamak için iskemlesini yavaşça denize doğru çevirdi ve bir sigara daha yaktı. Dalgın gözlerle ve hiçbir şey düşünemeden çok uzaklara, ufuk hattında süzülerek ilerleyen beyaz gemiye bakıyordu şimdi.
Güneş artık tümüyle kaybolmuştu. Bulutsuz gökyüzünün mavisi koyulaşırken denizin lacivert rengi de kararmaya başlamıştı.Yorgun gözleri, yol aldıkça küçülen gizemli beyaz geminin ufuk çizgisindeki ‘’sessiz ve yalnız’’ süzülüşünü zorlukla seçebiliyordu. Hafifçe ürperdiğini hissetti.