EŞ SEÇİMİNİ YANLIŞ YÖNLENDİREN ETKENLER
Sosyal ilişkiler, her insanın doğuştan sahip olduğu sevme ve sevilme ile beğenme ve beğenilme duygularına doyum arayışı ile başlar. İlişkilerin en karmaşık olanı ise karşı cinsler arasındaki eş seçimidir. Bu ilişki biçimi oldukça farklı bir süreç izler. Arkadaş ilişkilerinde etkin olan sevme, sevilme ve beğenme, beğenilme duygularına doyum arayışlarına eş seçiminde insanın doğasındaki üreme içgüdüsü de katılır. Doğa yasalarının bireylerin beklentilerini karşılamak gibi bir amacı yoktur. Bu nedenle doğanın temel amacı, insanın özgür seçim yaparak mutlu olmasından çok neslin sağlıklı devamını sağlamaktır. Bu aşamada kana kadında ostrojen, erkekte testostoron yanında dopamin, feromon ve serotonin gibi hormonların salgılanması bireyleri bilinç dışı süreçlerle etkiler. Ne var ki bu tür bir ilişkide erkek egemen kültürle yetişen erkek, eşini kendisinin seçtiğini sanır. Gerçekte eş seçiminde etkin olan taraf, doğanın neslin devamını sağlama ve sürdürme görevini verdiği kadındır. Eş seçimi konusunda kadınlar, erkeğin estetik değerlerinden çok aileyi koruyabileceğine, çocuklarına sağlıklı gen aktarabileceğine inandığı kimseleri seçerler. Ancak kadını bu yönde davranmaya iten bu hormonlar bir süre sonra hormon bezleri tarafından geri emilir. Sonucunda çiftler kendilerini, nasıl olduğunu hiç anlayamadıkları bir tartışmanın ve anlaşmazlığın içinde bulurlar.
Doğası itibariyle zaten karmaşık olan bu süreci iyice zorlaştıran bir diğer etken de ‘’Ruh Eşi’’ arayışlarıdır. İnsanlar, ancak ruh eşine kavuşabildiklerinde iki farklı cinsin birbirlerinin eksikliklerini tamamlayacağını ve bir bütünlük içinde yaşamayı başaracaklarını düşünürler. Her yeni tanışmaya eşlik eden ‘’Umut’’ sevgiyle başlayan ilişkiye sinerek tarafları ruh eşleri oldukları yönünde yanıltma görevini üstlenir. Yanılgının fark edilmesiyle gerçekleşen hayal kırıklığı ise derin acılar yaşanmasına neden olur. Böylece ‘’umutla’’ girişilen her sevgi deneyimi beklenmedik şekilde huzursuzluğa dönüşerek ilahi bir ‘’sınanma’’ halini alır. Umut ve sınanma kısır döngüsünde sıkışıp kalan insanın her deneyimi, onun başka bir hayal kırıklığı yaşamasına ve acı çekmesine yol açar. Yapılan hatalı seçimler giderek bireyde suçluluk duygusu yaratır. Suçluluk ve yetersizlik duygusu ise bu kısır döngüden kurtulmanın önündeki başlıca engel halini alır.
Eş seçimini yanlış yönlendiren bir diğer etken de sosyal çevredir. Kimi zaman tarafların ruh eşlerini değilse de iyi anlaşabileceği birini buldukları da olur. Tam da bu süreçte aile bireyleri, yakın akrabalar veya ‘’dostlar’’ devreye girmekte gecikmezler. Her iki tarafın da çevresindekilerden ne yazık ki çok azı bu beraberliği uygun görerek onaylar. Ancak sayıca az oldukları için etkili olamazlar. Sayıca çok olan taraf ise ısrarla bu beraberliğin hiç de uygun olmadığı yönünde ‘’dostça’’ uyarılarını yinelerler. Çoğu zaman, büyük bir olasılıkla iyi bir çift olabilecek insanları ayırmayı başarırlar. Baskıya direnemeyip ayrılanlar acı çekerken ‘’dostlar’’ görevini yapmış olmanın huzuru içindedirler!
Arkadaş veya eş seçiminde duygular ve duyguların aktive ettiği hormonlar her an etkindir ve engellenemez. Ancak arkadaş ya da eş seçimi gibi yaşamsal önemi olan bir konuda duygular, aklın denetimi altına alınarak kontrol edilebilirler. Bu, yanlış seçim yapma olasılığını azaltarak bireyin özgüvenini yükseltir. Özgüveni yüksek insanlar geçmişteki hatalarını hayal kırıklığı olarak değil; kendisini olgunlaştıran deneyimler olarak değerlendirirler. Yetişkin bir birey için her acı verici, üzüntü yaratıcı sorun ona zorlukları aşama gücü kazandırır. Çünkü üstesinden gelinerek çözüme ulaştırılan her sorun bilgi birikimine dönüşecek bir yaşam deneyimini içinde barındırır. Bunun sonucunda birey seçim yaparken dış görünümün çekiciliğine aldanmadan kişilik değerlerine odaklanabilir. Böyle bir odaklanmayla doğru arkadaş veya uygun eş seçimi gerçekleştirilir. Akılcı seçimle gerçekleşen beraberlikler duygularda, düşüncelerde ve amaçlarda benzer yaklaşımları sağlayarak ilişkilerde uyum yaratır. Uyumlu beraberliklerde ego çatışmaları ve üstünlük savaşları yerine dayanışma ve yardımlaşma öne çıkar. Bu da karşılıklı anlayış, hoşgörü ve sevgi duygusunu geliştirir.
Sevgi, insanları birleştiren güçlü bir duygudur. Ancak sevgi duygusu saygı ve güven ortamında süreklilik kazanarak huzur verir.