KIZ BABASI OLMAK
Hiç kız kardeşi yoktu ve bu nedenle de kız kardeşi olan arkadaşlarına imrenirdi. Onların daha ölçülü konuşmalarını, ağızlarından kötü söz çıkmamasını ev ortamlarında bir kız çocuğunun bulunmasına yoruyordu. Kız babalarının ise genellikle daha saygın, şefkat duygusu gelişmiş ve hoşgörülü insanlar olduklarını düşünüyordu. Zaten kişisel gözlemleri de kız çocuğu olan evlerde hissedilir ölçüde incelik, anlayış ve hoş görü ortamının etkin olduğu yönündeydi.
Akraba veya komşu ziyaretlerindeki sohbetlerde; ‘’kız çocuğu berekettir.’’ veya ‘’kız çocukları evin neşesidir.’’ ya da ‘’kız çocukları anne ve babanın yaşlılık sigortasıdır.’’ gibi söylemlere tanık oluyordu. Bir de kız çocuklarının babalarına çok düşkün olduğunu duyardı sık sık. Tüm bu gözlemlerinin ve duyumlarının etkisiyle kız kardeşi olanların, kız babalarının çok şanslı insanlar olduğundan neredeyse emindi. Ne zaman üç- dört yaşlarında bir kız çocuğunu, babasının elini sıkıca kavrayıp yanında düşe kalka yürüdüğünü görse aklı başından giderdi.
Evlenip baba olma düşüncelerinden bir hayli uzak olduğu lise öğrenciliği dönemindeyken bile hep bir kız babası olmayı hayal ederdi. Bu düşüncelerin etkisiyle midir bilinmez, daha üniversite öğrenimi sürerken, yine üniversite öğrencisi olan genç bir kadını sevmişti. Kısa süre sonra onunla evlenmiş ve bir yıl sonra da çok genç sayılacak bir yaşta baba olmuştu. O artık bir Kız Babasıydı!
Doğumu izleyen gün hastaneden ayrılan eşi ve kız bebekleri artık evdeydiler. Annesinin yanı başında uyuyan bebeği sık sık görmeğe geliyor, uzun uzun seyrediyor ancak ona dokunamıyordu. Uzunca bir süre sonra eşinin ısrarıyla, çekinerek de olsa bebeği kucağına almaya cesaret edebilmişti. Dişsiz ağzını, saçsız başını ve yarı aralık gözlerini merak ve ilgiyle inceliyordu. Onu izlerken hayallerini renklendiren düşüncelere dalıp gitmekten kendini alamamıştı.
Ona göre kız babası olmak; kollarının arasında özenle tuttuğu bu her şeyden habersiz bebeğin aynı zamanda minik bir ‘’Tanrıça’’ olduğunun da farkında olmak demekti. Bu sevimli varlık, dünya’ya ‘’merhaba’’ çığlığında saklı sevinçleri, umutları, yapıcı ve yaratıcı enerjisiyle yaşama gözlerini açmıştı. Onun doğum çığlığına kuşların neşeli cıvıltılarla eşlik ettiğini, güneşin ışıl ışıl parladığını hayal ediyordu. Rüzgârların hafif ve tatlı esintisiyle ağaçların dans edercesine salındığını, denizlerin coşkuyla dalgalandığını görüyor gibiydi. Çünkü ona göre doğa, her kız çocuğunun dünyaya merhaba çığlığını kendi diliyle böyle kutlardı.
Kız bebekler her kese ve her şeye sevgi ve güzellikler katacağının kozmik bilinciyle doğarlar. Kısa sürede, doğa’nın güçleriyle donatılmış oldukları gerçeğini çevresindekilere hissettirmekte gecikmezler. Çünkü kız bebekler, bir an önce büyüme ve olgunlaşma çabasıyla yaşıtı erkek çocuklardan daha önce yürür ve konuşurlar. Yemeklerini ancak annesinin yardımıyla yiyebildiği halde, ebeveynlerine beceriksizce yemek yedirme çabasıyla ev yaşamını renklendirirler. O yaşlarda sözcük kapasiteleri henüz çok sınırlıdır. Yine de bu yöndeki anlatım yetersizliğini, sesini farklı tonlamalarla kullanarak aşmayı becerirler. Bunu, bir sözcüğü ‘’şan dersleri almış gibi’’ çok farklı vurgulamalarla seslendirerek gerçekleştirdiklerine çok kez tanık olmuştu. Böylece sevgilerini, beklentilerini ve kızgınlıklarını rahatlıkla dile getirir kız bebekler. Her kız çocuğunun doğası ‘’şiddete’’ asla yer vermeyen yaratıcılık, üretkenlik ve sevecenlikle donatılmıştır. Bu nedenle de okul öncesi çocukluk dönemlerinde sevimli acemiliklerle ev işlerinde annesine yardım ederler.
Zaman hızla akıp giderken kız bebek büyür; eğitimini tamamlar ve bir meslek sahibi olur. O artık genç, güzel bir kadın olup çıkmıştır. Sürekli çalışır, üretir. Yorulur ama asla yakınmaz. Bir an gelir, artık bir ‘’yuva kurmaya’’ hazır olduğuna inanarak kendisine bir eş seçer. Babasının onayını beklerken oldukça heyecanlı, çekingen ve utangaçtır. Zihnindeki karışık duygularla ve gelecekle ilgili yanıtını bilemediği sorularla baş edemediğini her haliyle belli etmektedir. Babası ise, çok sevdiği ve asla ayrılamayacağını düşündüğü biricik kızının evlenme isteği karşısında derin, karmaşık duygular yaşamaktadır. Gerçekte bu, her kız babasının hayal bile etmekten kaçındığı andır. Artık bir daha evin her köşesinde onun çınlayan sesini duyamayacağını düşünür bir an. Birkaç kez yutkunur. Boğazında bir şeyler düğümlenmiştir sanki. Aslında boğazına düğümlenen; söze dökemediği duyguları, dile getiremediği endişeleridir. Hemen sonrasında gerçek, bencil olmayan sevgilerin vazgeçebilme iradesini de içinde barındırdığını anımsar.
Çünkü vazgeçmenin asla terk etmek olmadığını bilir. Vaz geçebilmenin, sevdiğini özgür kıldığı gibi kendisini de özgürleştireceğini yüreğinin derinliklerinde hisseder. İyi dileklerle onaylar kızının evliliğini. Ama o hala babasının ‘’Kız bebeğidir’’. Çünkü kız çocukları hiç büyümezler babalarının gözünde ve gönlünde!
Babalarının ‘’Kız bebeği’’ yaşar ve yaşatırken ne teşekkür ne de övgü beklemez. Hayat yolculuğunda kimi zaman derinden incinip, incitildiğinde tükenir gibi olur. Sonra birden doğa’nın bir parçası olduğunu bu nedenle doğa kadar güçlü olduğunu anımsar. Karşılaştığı her güçlük karşısında kendi çabasıyla ayağa kalkmayı başarır. Çünkü o, sessiz ve gösterişsiz bir güçtür. Yaşamın tüm sıkıntılarını ve güçlüklerini cesaretle aşmayı başarmış olmayı sözlerden çok, yüzünden hiç eksik olmayan tebessümüyle anlatır.
Kollarında tutmakta olduğu bebeğin incecik ses tonuyla nazlı nazlı ağlaması onu daldığı bu düşüncelerden sıyırmaya yetmişti. Kızına ve kuşkusuz ki tüm kız bebeklere yönelik sevgiyle yüreğinin aralıksız çarptığını hissediyordu. Bu düşüncelerin yarattığı duygularla nemlenen gözleriyle bir kez daha ve uzunca bir süre kızına baktı. Onu sevmeye doyamamıştı ve kendisi hayatta olduğu sürece de doyamayacağını biliyordu. Tüm yaşamı boyunca hayallerini süsleyecek olan kız bebeğini özenle annesinin güvenli kollarına bıraktı.