KORKUNUN FOBİ’YE DÖNÜŞME SÜRECİ
Hafta sonu ailece davet edildiği yazlıkta güneşin ve denizin keyfini doyasıya çıkarmıştı. Aynı günün akşamı, onu davet eden arkadaşının komşuları da yazlığın bahçesinde toplanmıştılar. Çoğunu tanımadığı bu dost ortamında herkes olabildiğince eğleniyordu. Henüz ismini bilmediği oldukça hoş sohbet, sevimli bir hanımefendi anlattığı fıkralarla neşe saçıyordu. Keyifli söyleşiler, özenle düzenlenmiş yemek sofrasında da aralıksız sürüyordu.
Arkadaşının zarif eşinin yemek sonrası sunduğu kahvenin boşalan fincanını teşekkür ederek önündeki sehpaya bıraktı. Anlattığı fıkralarla neşe saçan kadın, falına bakmak istediğini söyleyerek kahve fincanını ‘’kapatmasını’’ istemişti incelikle. O ise böyle konulara hiç ilgi duymadığını, eşinin falına bakmasının daha yerinde olacağını söyleyerek teklifi geri çevirmeye çalıştı. Ancak kadın, eşinin de falına bakacağına söz vererek ısrarını sürdürmüştü. Kabalık etmemiş olmak için, isteksizce de olsa ‘’tarif üzerine’’ fincanını kapattı.
Kadın, sohbet aralarında işaret parmağıyla fincana dokunarak soğuyup soğumadığını kontrol ediyordu. Son dokunuşunda artık fal bakmanın tam zamanı olduğunu belirtmişti. Önce, özenle eline aldığı kahve fincanını tabağından ayırmadan üç kez çevirdi. Sonra fincanı tabağından ayırarak kuvvetle silkeledi ve içindeki telveyi tabağa boşalttı. Bu işlemden sonra fincanı gözlerine iyice yaklaştırarak dikkatle incelemeye başladı. Bir ara bakışlarını kendisine çevirip yaşını sordu. Aldığı cevap üzerine önce, boştaki elinin içe büktüğü orta parmağının dışıyla önündeki sehpaya ‘’üç kez’’ hafifçe vurarak ‘’Maşallah’’ dedi. Sonra da yaşını hiç göstermediğini ve gerçek yaşını her kese söylememesini tembihledi gülümseyerek. Yeniden fincana bakarken bu kez nazara inanıp inanmadığını sormuştu. Yanıt olarak, bir dönem Para Psikoloji konularıyla ilgili yazılar okuduğunu, oldukça etkilendiğini söyledi. Hemen peşinden de nazara inandığını ancak bundan korkmadığını ekledi. Kadın sanki bu cevabı bekler gibiydi. Elindeki fincanı yüzünden uzaklaştırarak ürkütücü bir çığlık atmıştı. Bu da tüm konukların, merak dürtüsüyle çevrelerinde toplanmasına yetmişti.
Kadın fincanı yeniden yüzüne yaklaştırarak tekdüze bir ses tonuyla konuşmaya başlamıştı. Sözlerine onun şık giyimi, konuşma şekli ve davranışlarıyla yakın çevresinde beğenilen biri olduğun söyleyerek başladı. Devamında, işte tam da bu nedenle kolaylıkla üzerine nazar çeken bir yapıya sahip olduğunu belirtti. Fincanın dibini işaret parmağıyla göstererek, üzerinde ağır bir nazar olduğunu söyledi. Böyle negatif enerjilerin çok kötü sonuçlarının olabileceğini anlatmaya başlamıştı şimdi de. Bunları anlatırken, kadının sonuna kadar açılmış gözleri ürkütücü bir hal almıştı. Ayrıca, çok derinlerden geliyormuş hissi uyandıran boğuk sesi de oldukça korkutucuydu. Sanki o hoş sohbet, şakacı kadın gitmiş yerine Mitolojik tanrıça Büyücü Kirke gelmişti. Tüm benliğini etkisi altına alan derin bir endişeyle ürperdiğini hissetti. O anda yapabildiği tek şey, korktuğunu kimseye belli etmemeğe çalışmaktı.
Vakit artık gece yarısını hayli geçmişti. Kendisini ve ailesini davet etme nezaketini gösteren arkadaşından izin isteyerek ayağa kalktı. Orada bulunanlarla tek tek vedalaşmaya başladı. Falına bakan kadınla tokalaşırken titrediğini fark ederek elini hızla geri çekmişti. Şaşkınlıkla az önce vedalaştığı birine yönelerek onunla ikinci kez vedalaşmıştı. O neşeli ortamdan büyük bir KORKUYLA ayrılırken, bir daha hiç kimseye gerçek yaşını söylememeğe de ‘’ailece’’ karar vermiştiler.
Aslında hissettiği KORKU duygusunu denetim altına alamaması durumunda bunun bir süre sonra FOBİ’ye dönüşeceğinin o an farkında değildi. Korku; algılanan GERÇEK bir tehdit veya tehlike durumunda hissedilen gerilim sonucu oluşan güçlü bir kaçma veya mücadele etme dürtüsüdür. Bu nedenle korku duygusu, olumsuz ama akılcı bir duygudur. Bu yönüyle bireyi korku yaratan etkenlere karşı akılcı önlem almaya yönelterek çözüme katkı sağlar.
FOBİ ise gerçek anlamda bir tehdit veya tehlike oluşturmayan belli bir nesnenin, durumun veya kişinin yarattığı ve bireyin kendisi tarafından da yersiz ve akıldışı olarak kabul edilen yoğun ve rahatsız edici bir duygudur. Bu niteliği ile fobiler olumsuz ve akıldışıdırlar.Çünkü Fobi, bireyin zihinsel potansiyellerini ele geçirerek çözüm üretmesini engeller.
Zaman akıp gidiyor ancak nazar konusunun zihnini sürekli meşgul etmesinden kurtulamıyordu. Ne zaman birinin kendisine baktığını görse nazar değecek korkusuyla kaygılanıyordu. Önlem olarak da önce sağ elinin işaret ve başparmağı arasına aldığı kulak memesini üç kez çekiyordu. Sonrasında da sol omuzu üzerinden yine üç kez boşluğa tükürür gibi yapıyordu. Bunu yaparken nazardan korunduğuna inanıyor ve geçici bir süre rahatlıyordu. Zihni onu rahatlatma yönünde bir çözüm bulmuştu ancak zamanla bu çözümün kendisi büyük bir sorun halini almıştı. Çünkü artık kontrolü dışında ve aralıksız olarak yaptığı bu törensi davranışı olmadık yerlerde de yineleyip duruyordu. Sonraki süreçte bu da yeterli gelmeyince, konuyu eşine ve dostlarına açarak daha etkili çözümler aramaya başladı. Çok geçmeden bir tanıdığı onu ‘’nefesi kuvvetli bir hocaya’’ yönlendirmişti. ‘’Hoca’’ olduğu söylenen adam okuduğu duanın neredeyse sonun değin aralıksız esnemişti. Dua bitince de; ‘’Bak! Senin üzerindeki nazarın ağırlı bana geçti.’’ deyince korkudan bayılacak gibi olmuştu.
Bu sürecin sonunda ceketinin hemen her cebi ‘’nazar duaları’’ ve ‘’muskalarla’’ dolmuştu. Buna ek olarak, bir başka tanıdığının önerdiği ‘’Kurşun döken’’ bir kadın, her perşembe akşamı gelerek ücret karşılığı kurşun döküyor ve ‘’nazarını alıyordu!’’ Kadın, önce onu çömelmiş bir pozisyonda yere oturtuyordu. Eve çağırılan ‘’güvenilir’’ komşulardan, bir yatak çarşafını dört tarafından çekerek başının bir karış üzerine tutmalarını istiyordu. Kadın daha sonra bir cezvede erittiği kurşunu içinde soğuk su olan bir tencereye dualar eşliğinde döküyordu. Anında soğuyarak sıvı halden katı hale geçen kurşun her defasında farklı şekiller alıyordu. Ama kadının o katı haldeki kurşunu eline alarak söyledikleri hiç değişmiyordu. Hep bir kem göz ve hep çok sayıda iğne iğne nazar okları vardı ona göre!
Bir başka gün aniden, falına bakan kadının giyimi konusundaki tespitlerini anımsamış ve bu kez de zihni buna yoğunlaşmıştı. Kadın, şık giyimli biri olduğunu ve sadece bu yönüyle bile dikkatleri, yani nazarı üzerine çekebileceğini söylemişti. Faldan önce pek modayı izlemezdi ama giyim- kuşamına özen gösterirdi. Artık en eski ceketini giyiyor, ayakkabılarını asla boyatmıyordu. Her gün sakal traşı olurken şimdi sürekli ‘’kirli sakalla’’ dolaşıyor; saç traşı için berbere yılda iki kez gidiyordu. Böylece dikkatleri çekmediği için, kendisine nazar değmeyeceği yönünde güçlü bir inanç geliştirmişti.
Bu tür ‘’önlemlerle’’ her rahatladığında, yıllar önce arkadaşının yazlığında falına bakarak onu uyaran kadını anımsıyordu. O günden sonra onu bir daha görmemişti. Ancak asla unutmamıştı da! Her anımsayışında, iyi ki nazar konusunda kendisini uyardığını düşünerek ona korkuyla karışık saygı ve minnet duygusu besliyordu.
Bu konunun üzerinden, nasıl geçtiğini anlayamadığı on yılın sonrasındaki bir doğum günüydü. Eşi ve biricik kızları kutlama hazırlıkları yapmışlardı. Hediye olarak sevgi dolu kalplerini getiren dostları yaş günü pastasının konulduğu masanın çevresinde şakalaşıp eğleniyorlardı. Yıllardır nazardan korunmak için gerçek yaşını söylememesini tembihleyen kadının bu uyarısını ‘’ailece’’ dikkate almıştılar. Bu nedenle her yaşı sorulduğunda tutarlı davranmış ve o günden bu yana sabit bir sayıda kalmayı başarmıştı. Kızı, yaş günü pastasının mumlarını yakarken babasına, kaçıncı yaşını kutladığını sordu. Kızının bu beklenmedik çıkışı onu hayli şaşırtmıştı. Yine de kızının sorusuna yılların alışkanlığıyla ve hiç duraksamadan on yıl önceki yaşını söyleme kararlılığını göstermişti. Kızı, neredeyse aynı yaşta olmalarına az kaldığını belirterek artık yaşını biraz yükseltmesi gerektiğini anımsatmıştı gülümseyerek. Bir an, NAZAR KORKUSU nedeniyle, çocuğuyla neredeyse aynı yaşta olduğunu söyleme tuhaflığı içine sürüklendiğini fark ederek kızına hak verdi. Kaç yaşında olduğunu söylemesinin daha uygun olacağı konusunda onun fikrini sordu. Ne var ki bu kez, davetliler arasından her kafadan bir ses çıkmaya başlamıştı. Artık yaşı, açık arttırmaya çıkarılmış bir tarihi esere dönüşmüş gibiydi. Sevecen ve kararlı baskılar sonunda ‘’kırk’’ demiş ancak bu önerisi kabul görmemişti. Bu kez kırk ikiyi denemiş ama yine kabul ettirememişti. Bu tuhaf ‘’açık artırma’’ eşinin her zamanki uzlaştırıcı katkısıyla sonuçlanabilmişti ancak. Böylece çok istemese de ‘’kırk dört’’ yaşında olmayı kabul etmek zorunda kalmıştı.
Bir günde beş yıl birden yaşlandırılmış olmayı içine sindiremiyordu. Ancak yine de uzunca bir süre daha ‘’nazardan korunmuş olacağı’’ inancıyla kendisini teselli etmeye çalışıyordu. Artık bundan sonra uzun yıllar, yeni bir uyarı daha alıncaya kadar bu yaşta kalacaktı. Kural olarak da her doğum gününde ‘’yaşı’’ yerine ‘’doğum yılını’’ hep bir yıl ileri almayı da ihmal etmeyecekti elbette! Bu kurnazlığından duyduğu gururla yaş günü pastasının üzerindeki mumları üflemeden önce kulak memesini üç kez çektikten sonra sol omuzu üzerinden boşluğa üç kez tükürmeyi de unutmamıştı. Bu tür tuhaflıklarına alışık olan sevenleri bir yandan gülüyor diğer yandan da alkışlarla yeni yaşını kutluyorlardı.