SEVGİ DUYGUSUNU YOZLAŞTIRAN ETKENLER
Sigmund FREUD; ‘’Sevebilen ve üretken insan sağlıklıdır.’’ tespitiyle sevme yeteneğinin psikolojik açıdan önemini vurgular. Çünkü insan sevme, sevilme ve beğenme, beğenilme duygularına doğuştan sahiptir. Oldukça güçlü enerjilere sahip olan bu duygular düşünceleri etkileyerek davranışları yönlendirir.
Böylece her birey, bebeklikten başlayarak tüm yaşam boyunca, bilinçli veya bilinçdışı süreçlerle bu duygularının doyumu yönünde çaba gösterir. Öte yandan H. S. SULLİVAN dil, din ve ırk ayırımı gözetmemesi nedeniyle evrensel bir duygu olan sevgiyi; ‘’İki insan arasında kişisel değerlerin karşılıklı olarak tümüyle kabulü ve onaylanması sonucu yaşanan duygusal yakınlık.’’ olarak tanımlar.
Gerçek sevgiler saygı, güven, ilgi ve emek yanında sorumluluk bilinciyle gerçekleşir. Böylece tarafları birbirinden ayıran ‘’ben’’ duvarları yıkılarak yerine birleştirici bir güç olan ‘’biz’’ anlayışı öne çıkar. Bunun sonucunda sevginin tarafları birbirlerinin kişisel gelişimine ve duygusal beklentilerine yönelik çaba gösterirler. Bu yöndeki çabaların yarattığı bütünleşme hissi bir yandan da insanı benliğin ve bencilliğin tutsaklığından kurtararak gerçek anlamda özgürleştirir.
Ancak bu duyguların doyumuna yönelik masum ve samimi çabaların çeşitli nedenlerle engellenerek sonuçsuz kaldığı da bir gerçektir. Belleklerde üzücü bir anı olarak yer alan bu engellerden biri hatalı seçimlerdir. Karşılıksız sevgi örneği olan bu tür sevgiler ve acı vericidir. Bir diğer engel ise beğenme duygusuyla sevgi duygusunun karıştırılmasıyla yaşanan hayal kırıklıklarıdır. Sevgi duygusunun özgürce yaşanmasında en yaygın görülen engel kültürel değerler, toplumsal kurallar ve yasaklardır. Çünkü bir toplumun uygarlaşması, bireylerin duygu ve davranışlarının sınırlanmasıyla gerçekleşir. İnsanın duygularına doyum arayışlarının yasalarla sınırlanması toplumsal düzeni sağlar. Ancak bu, duyguların bastırmasına yol açarak bireylerde Nevrotik çatışmalara neden olur. S. Freud, bu gerçeği; ‘’Uygar olmanın bedelini ne yazık ki Nevrozla ödüyoruz!’’ sözleriyle tespit eder. Nevroz, yozlaşmış sevgilere uygun bir zemin oluşturur.
Gerçek sevgi sanılan yozlaşmış sevgilerin arka planında çocukluk döneminde yaşanan olumsuzluklar yer alır. Bazı çocuklar denetleyici, kontrolcü ve cezalandırıcı bir ortamda sıkı disiplinle eğitilirler. Bu eğitsel yaklaşım çocuğun temel güveninin zayıflamasına neden olur. Böyle bir ortamda yetişen çocuklar yetişkin yaşa geldiklerinde sevmeyi bilmeyen ama sevilme açlığı yaşayan biri olurlar. Veya bunun aksine bazı çocuklar da aşırı şımartılarak büyütülürler. Çocukluğunda her isteği karşılanarak aşırı sevgiyle şımartılan bir çocuk hep daha fazlasını ister. Yetişkin yaşa geldiğinde ise kendisine gösterilen sevgi yaklaşımını yetersiz bularak sürekli olarak daha çok sevilmeyi bekleyecektir. Her iki durum da sevme yeteneğinden yoksun, inatçı, hırslı ve öfkeli bir Nevrotik kişilik yapısının gelişmesine yol açar.
Nevrotik birey eğitim ve mesleki açılardan gelişme göstermesine karşın duygusal yönden çocuk kalır. Sevme yeteneği zayıf olan Nevrotik insanlar genellikle ulaşılmaz ve erişilmez gibi görünürler. Aslında her erişilmezlik zırhının arkasında sevemeyen ama sevilip korunmayı bekleyen çaresiz bir çocuk saklıdır. Çocukken anneye veya babaya yönelik beklentiler, korkular ve kaygılar yetişkin dönemde bilinçdışı süreçlerle karşı cinse aktarılır. Ancak, karşı cinsin de kendisinden benzer beklentileri olabileceği çoğunlukla fark edilmez ve onun ‘’koşulsuz’’ sevgisi istenir. Nevrotik yetişkinin koşulsuz sevgi beklentisi bir yandan da Bağımlı Kişiliğini maskeleme görevi üstlenir. Çünkü KOŞULSUZ SEVGİ sadece ebeveynler ve bebeği arasında var olan bir sevgi türüdür. Bu ilişki biçiminde bir taraf sürekli alan durumundayken diğeri sürekli veren konumundadır. Doğal olarak her ikisi de birbirlerine bağımlıdır ve bu tür sevgi ilişkilerinde özgürlük yoktur. Bu süreci sağlıklı bir şekilde aşamayan çocuklarda bağımlılık bilinçdışına itilir. Yetişkin yaşa geldiklerinde ise bilinç dışında varlığını sürdüren bağımlılık güdüsüyle hareket ederler. Bunun sonucunda arkadaş veya eş seçimlerinde kendilerine bir ‘’arkadaş’’ veya ‘’eş’’ seçmek yerine bir ‘’anne’’ veya bir ‘’baba’’ seçme eğilimi gösterirler. Taraflardan biri ‘’anne’’ ya da ‘’baba’’ rolünü üstlenmeye uygun bir kişilik yapısındaysa bu ilişki ‘’sorunsuz’’ olarak sürdürülebilir. Bu yönüyle de ebeveyn ve çocuk ilişkisinde olduğu gibi Nevrotik sevginin tarafları da kendilerini asla özgür hissedemezler.
Bir diğer yozlaşmış sevgi örneği ise ego doyumuna yönelik ‘’BENCİL SEVGİ’’ türüdür. Bencil sevgilerde, tarafların ergenlik dönemi kaygılarını tam olarak aşamamış olmaları ego çatışmalarına neden olur. Genellikle ergen genç, ebeveynlerinin kendisini sevmeyecekleri ya da üzerinde baskı kuracakları yönünde korkular yaşar. Ergenlik dönemi korkularını aşamayan yetişkin birey de terk edilme ya da baskı altına alınma kaygısıyla şiddete yönelebilir. Bu tür kendi çıkarını gözeten bencil sevgiler sadece almak üzerine kurulu olan doğası gereği doyum sağlamaz.
Sosyal çevrelerinde iyi anlaşan çift izlenimi uyandıran ‘’YAPAY SEVGİ’’ türü ise ayrı bir yozlaşmış sevgi örneğini oluşturur. Bu tür sevgi arayışının itici gücünü, dayanılması güç yalnızlık duygusundan kurtulma çabaları oluşturur. Yaşamın tehlikeli ve güvensiz olduğu algısıyla başa çıkamayan iki insan birbirlerine sığınarak ‘’iki kişilik yalnızlık’’ gerçekleştirir. Kaygıları ve korkuları dışında hiç bir ortak yönleri bulunmayan bu tür çiftler yaşamları boyunca birbirleriyle sevgi yakınlığı kuramazlar.