STRES ve ÖFKE KONTROLÜ
Her insan, bebeklik döneminden başlayarak tüm gelişim evrelerinde birbirinden oldukça farklı sorunlar yaşar.
Sorunlar karşısında, fiziksel veya psikolojik bütünlüğününtehdit ve tehlike altında olduğu yönündeki algılamalarıorganizmada stres yaratır. Bu aşamada üç tür stresten söz edilebilir. İlki, kısa süreli ve düşük düzeyli strestir. Bunlaraçlık, susuzluk veya uykusuzluk gibi fizyolojik gereksinimlerin yarattığı sorunlar nedeniyle yaşanan strestir. Bu tür sorunların yarattığı stres tepkileri canlının yaşamını sürdürebilmesi açısından gerekli ve yararlıdır.
İkinci stres türü ise kısa süreli ve yüksek düzeyli olanıdır. Bu, ciddi anlamda bir tehlike durumunda insanın yaşamını kurtarma işlevi üstlenen stres türüdür. Örneğin, freni patlamış bir aracın önünden kaçıp kurtulmak veya bir sokak köpeğinin saldırısından korunmaya çalışmak bu tür stres nedeniyle gerçekleşir.
Üçüncüsü ise uzun süreli ve yüksek düzeyli strestir. Bazı durumlarda yaşam koşulları insana stres etkeniyle mücadele etme veya stres yaratan ortamdan uzaklaşma olanağı vermeyebilir. Başka seçeneği olmadığı içinhuzursuz bir ortamda çalışmak zorunda kalan bir insanın yaşadığı stres buna örnek verilebilir. Bir diğer örnek de sürekli tartışma yaşanan bir ailenin bireyi olmaktır. Stresin bu türü bedensel ve psikolojik sorunlar yaratama potansiyeline sahip olduğu için kontrol altına alınması gerekir.
Her stres durumunda organizma böbrek üstü bezlerinden Epinefrin hormonu ile birlikte Kortizolhormonu salgılar. Bu hormonlar dolaşım sistemi aracılığıyla kaslara oksijen ve glikoz taşır. Kaslarda ortaya çıkan enerji mücadele etmeyi ya da kaçmayı sağlar. Tehlike geçtikten sonra bu hormonlar geri emilerek kandan temizlenir. Ancak bu enerji uzun süreli ve yüksek düzeyli streste amaca özgü harcanamaz. Bunun sonucundaepinefrin ve kortizol hormonu sürekli olarak salgılanmayı sürdürür. Kortizol hormonu kas dokusuna ve hücrelere; Epinefrin hormonu ise beyin ve kalp hücrelerine zarar verir.Ayrıca bu kimyasallar solunumun doğal düzenini bozarak nabzın yükselmesine ve kas spazmlarına yol açar.Soluklanmanın doğal ritminin bozulması giderek zihinsel yorgunluğa, uyku bozukluğuna ve bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olur.
Özellikle Serabral Korteks (Beyin zarı) kandaki oksijen azlığı gibi olumsuz etkilere karşı oldukça duyarlıdır. Bu nedenle, nefes alıp vermenin sıklaşarak düzensizleşmesi bilişsel fonksiyonlarda zayıflamaya yol açar. Bu da kronik fiziksel yorgunluğa, bellek zayıflığına ve düşünmekapasitesinde yetersizliğe neden olur.
Sanayileşme öncesi kültürler ‘’Nefesi’’ beden, zihin ve ruh arasında yaşamsal bir bağ olarak görmüştür. Antik Hint Literatüründe Prana; hem nefes hem de yaşamın kutsal özü anlamında kullanılır. Geleneksel Çin Tıbbında Chi (Çi); hem nefes hem de kozmik öz ve yaşam enerjisidir. Japonca’da Ki; spritüel uygulamalarda önemli bir rol oynayan nefes anlamındadır. Antik Yunancada Pneuma; hava, nefes, ruh ya da yaşamın özü anlamını taşır. Latince’de Spritus; hem nefes hem de ruh anlamında kullanılır.
Bilinçli olarak gerçekleştirilen nefes çalışmaları konusunda yapılan bilimsel araştırmalar da bu tür kadim bilgileri doğrular yöndedir. Wilhelm REİCH, zihinsel çatışmaların başlıca nedeninin psikolojik rezistans ve defanslar olduğunu tespit eder. Zihinsel karmaşaya, dolayısıyla yoğun strese yol açan bu durumun düzensiz solunum alışkanlığıyla yakın ilişkisi olduğunu belirtir.
Bunun da metabolizmanın çalışma düzenini bozarak psikosomatik hastalıkların gelişmesine uygun bir zemin oluşturduğu görüşünü savunur.
Doğal soluklanma, henüz yürüme deneyimi yaşamamış bebeklerin karınlarını şişirecek ölçüde derin ve oldukça düzenli nefes alıp verme şeklidir. Oysa yetişkin bireyde her hangi bir sorun karşısında hiç farkında olamadan yani bilinç dışı süreçlerle karın kası ve diyaframı spazm yapar.Böylece yaşam boyu karşılaşabileceği her sıkıntılı durumda, ‘’nefesini tutma refleksi’’ de geliştirilmiş olur. Bu da düzenli soluk alma yetisini olumsuz yönde etkiler.
İç organların çalışma düzeni, zihinden bağımsız bir yapıya sahip olan otonom sinir sistemi işleviyle gerçekleşir. Ancak solunum, bir otonom sinir sistemi işlevi olmasına karşın zihin gücüyle ve sınırlı sürelerde kontrol edilebilir. Bilinçli ve sistemli olarak gerçekleştirilen doğalnefes çalışması sırasında akciğerlere daha çok oksijen ulaşır. Böylece beyin hücrelerinde biriken karbondioksithızla temizlenerek zihinsel gerilim ortadan kalkar. Gerilime yol açan dirençlerin ortadan kalkması zihinsel ve fiziksel rahatlamaya neden olur. Bu da metabolizmanın düzenli çalışmasını sağlayarak doğal bağışıklık sistemini güçlendirir.
İngiliz Embriyolog Conard H. Waddington; ‘’Bütün organizmalar genetik açıda programlanmış olarak kendi kendini düzeltme ve onarma yeteneğine sahiptir. Bundan hareketle Psikolojik sorunlarda da organizmanın kendini onarma eğilimi olduğu öngörülebilir.’’ tespitini yapar.
Eğer bir akciğer hastalığı yoksa veya akciğerle ilgili cerrahi bir operasyon geçirilmemişse gerçekleştirilen doğal nefes çalışması bedenin iyileştirici güçlerini harekete geçirmek için yeterli olacaktır.