Fırsat buldukça arkadaşlarıyla görüşmekten büyük keyif alıyordu. Bir hafta önce, o gün için sahildeki bir çay bahçesinde buluşmak üzere sözleşmiştiler. Ancak o, her zamanki gibi yine geç kalmıştı. Telaşlı adımlarla yürürken bir yandan da onu rahatsız eden olumsuz düşünceleri zihninden uzaklaştırmaya çalışıyordu.
Bir an, zihnini bu denli yoran olumsuz düşüncelerin temel nedenini keşfetmeye çalıştı. Aklına ilk olarak, gazete ve televizyonlarda yer alan üzücü haberler geldi. Ona göre, yaşadığı zihinsel yorgunluğun başlıca sorumlusu medyaydı. Tüm yayın organlarına kızdı. Bir daha asla gazete almamaya ve televizyon haberlerini izlememeye karar verdi. Ama hemen sonrasında, ülkede ve dünyada gerçekleşen olumlu gelişmeleri de haber yapanın aynı gazete ve televizyonlar olduğunu anımsadı. İnsan yaşamını kolaylaştıran teknolojik gelişmeler, çaresiz gibi görülen hastalıklara yeni tedavi yöntemleri, salgın hastalıklara karşı koruyucu aşı haberleri umut ve güven veriyordu.
Bu aşamada, kötü ve üzücü haberlerin zihnini bu denli etkilemesinin normal olup olmadığı sorusu aklına takıldı. Kuşkuya kapılarak, bu tür olumsuzluklara sadece kendisi mi odaklanıyordu yoksa herkes aynı şekilde mi düşünüyordu sorusuna yanıt aradı. Ama bir yanıt bulamadı. Yine de zihin sağlığını korumak amacıyla bir daha asla böyle olumsuz şeyler düşünmemesi gerektiğine karar verdi. Ancak ne zaman bu tür düşünceleri zihninden uzaklaştırmayı denese tam aksi gerçekleşiyordu. Yine aynı şey oldu. Artık kontrolden çıkan zihninden gazetelerdeki olumsuz haber manşetleri bir biri ardı sıra akmaya başlamıştı.
İlk olarak, bir haber kanalında izlediği, iki arkadaşın alkol aldıktan sonra ‘’bilinmeyen bir nedenle’’ birbirlerini bıçaklamasını konu edinen haberi anımsadı. Üstelik görgü tanıkları onların kardeş kadar yakın olduklarını söylüyorlardı.
Bu haberin yarattığı olumsuz etkiden henüz kurtulamamışken şimdi de düğünlerde ve benzeri kutlamalarda yaşanan can kayıpları haberleri aklına geldi. Alkol duvarını aşıp ”adrenalin canavarına” dönüşerek ateşli silahlarla havaya (havada kim veya ne varsa!) kurşun sıkılmasının nedenini anlayamıyordu. Gökyüzü yeterince kurşunlandıktan sonra silahların namlularının kontrolsüz bir şekilde damada, geline veya davetlilere yöneldiği az rastlanan bir şey değildi. Sonuçta düğün evi bir anda cenaze evine dönüşebiliyordu.
Bazı öfkeli insanlar, trafikte tanımadıkları bir yayaya veya sürücüye yol vermenin keyfini yaşamak yerine, yol vermeme kavgası sonucu can kaybına bile neden oluyorlardı. Piknik dönüşü kentin yeşil alanlarına ve deniz kıyılarına bırakılan tonlarca çöp ise ayrı bir haber konusuydu. Mangal keyfi için ormanları yakanları, biraz daha ekin yeri açmak amacıyla tarlasına bitişik ormanlık alanı kül eden köylüleri düşündü. Ona derin bir acı yaşatan, kedilere ve köpeklere işkence haberlerini ise zaten hiç okuyamıyordu.
Kimi zaman da daha çok kazanç sağlamak düşüncesiyle ticaret yapanlar da haber konusu oluyordu. Bu yöndeki haberlerde para kazanma hırsıyla tüketici sağlığının nasıl tehlikeye atıldığı anlatıyordu. Daha iki gün önce, zeytinleri siyah ayakkabı boyasıyla boyayıp, çatı kiremitlerini öğüterek kırmızı toz biber etiketiyle piyasaya sürenlerin haberlerini okurken gözlerine inanamamıştı.
Karşı cins ilişkilerinin başlangıcında bazı erkekler kadına karşı aşırı incelik gösteriyordu. İlerleyen süreçte, her nedense bu nezaketten eser kalmıyordu. Bu durumdan rahatsızlık duyan kadının ayrılma isteği ise erkek tarafından asla anlayışla karşılanmıyordu. Öte yandan, bir kadının evlenmek amacıyla arkadaşlık yapmasına izin verilmiyordu. Sonuçta kadın, oldukça masum bir arkadaşlık ilişkisini gizli saklı yapmak zorunda bırakılıyordu. Bu tür bir arkadaşlık anlaşıldığında ise kadın; babası, erkek kardeşi, akrabası veya da mahallenin ”namus bekçileri” tarafından dövülüyor veya acımasızca öldürülüyordu. Eşini seçmesine izin verilmeyen kadınların evlilikleri ancak ailelerin kararıyla gerçekleşebiliyordu. Bu şekilde bir araya getirilen eşlerde zaten zayıf olan sevgi, saygı ve güven duyguları kısa sürede öfke, nefret ve hakarete dönüşüyordu. Aynı ortamda yaşama gözlerini açan çocukların özgür ve özerk bireyler olarak yetiştirilmesi ise olanaksızdı.
Hayli gecikmiş olsa da nihayet sözleştikleri çay bahçesine ulaşabilmişti. Ancak, zihnine üşüşen olumsuz düşüncelerin yüzüne yansımasını kontrol edemiyordu. Huzursuz hali arkadaşlarının dikkatinden kaçmamıştı. Ne olduğu sorulunca yol boyunca düşündüklerini kısaca paylaştı. Arkadaşlarından biri özel bir bankada müdür yardımcısıydı ve aynı zamanda sosyoloji eğitimi almıştı. Sohbete ‘’toplumsal ortak akıl’’ kavramından söz ederek başladı. Güven veren huzurlu bir aile ortamına ve toplumsal barışa ancak, bireysel akıldan hareketle ‘’toplumsal ortak akılla’’ ulaşılabileceğini vurguladı. Arkadaşının sözünü ettiği toplumsal ortak akıl sözcüklerinin ne anlama geldiğini az çok anlayabilmişti. Ancak bu kavramın açık bir tanımını tam olarak bilmiyordu. Daha iyi anlamak için arkadaşından bu konuyu açıklamasını rica etti.
Arkadaşı açıklamasına Sosyal Psikoloji alanında saygın bir isim olan Solomon Asch’in görüşünü paylaşarak başladı. Asch; İnsanların emin olmadıkları bir konuda başkalarının düşüncelerini dikkate alarak ‘’uyum’’ göstermeye daha fazla eğilimli oldukları görüşünü tespit eder. Bu anlayış, bireyin diğer insanların düşüncelerine saygı duyma bilincini geliştirir. Ayrıca bireyin, başkalarının kendisinden daha bilgili olabilecekleri yönünde alçak gönüllü bir tutum geliştirmesine de katkı sağlar. Öte yandan, toplumsal ortak akla ulaşmanın önündeki en büyük engel ise bireyin yalnız kendi aklını beğenme yönündeki uyumsuzluğudur.’’ Anlaşıldığı üzere, ‘’sosyal uyum’’ toplumsal ortak aklın vaz geçilmeziydi.
Gruptakilerin dikkatle dinledikleri arkadaşı konuşmasını bu kez ‘’uyum’’ konusuna açıklama yaparak sürdürdü. Uyum yeteneği; dürtüleri kontrol etmeği, öz eleştiri yapabilmeyi ve eleştiriye açık olmayı sağlayan özdenetime sahip olmakla gerçekleşir. Bunun sonucunda insan kendisiyle, sosyal çevresiyle ve doğayla barışık ve ahenk içinde olmayı başarır. Ama bu sanıldığı kadar kolaylıkla gerçekleşmez. Çünkü insan, çocukluk döneminde ebeveynleri tarafından öğretilen ve anlamını bilemediği sözcükleri algı kalıpları şeklinde kavramlaştırır. Tüm yaşamı boyunca da bu tür algı kalıplarıyla düşünür ve davranır. Bu da kendisiyle ve sosyal çevresiyle olan iletişiminde aksamalar yaşamasına yol açar. Bunun sonucunda birey, çevresindekileri değiştirmeye çalışmak gibi sonuçsuz bir çabaya girişir. Ne var ki bu uğraşı ters teper ve ciddi tartışmalara, ego çatışmalarına neden olur. Oysa insan ancak kendisini değişerek kişiliğini geliştirebilir. Zihinsel anlamda kendisini değiştirerek kişiliğini geliştirebilen insanlar sağlıklı ve olgun birey olabilir. Böylece insan, kişi veya şahıs olmaktan çıkarak ‘’birey’’ olur. Birey olabilmek çok önemlidir. Çünkü toplumun en küçük yapı taşı bireydir. Bireylerin bir araya gelmesi aileleri; aileler de toplumu oluşturur. Bu anlamda, toplumsal ortak akıla ulaşabilmenin başlangıç noktası bireyden hareketle ailede ortak akıl oluşturmakla gerçekleşebilir.
Konuşmasının bu aşamasında, yanlış anlamalara yol açabilecek bir noktayı açıklaması gerektiğini belirtti. Toplumsal ortak akıldan, o toplumdaki bireylerin tümünün her an aynı şekilde düşünmesi ve davranması gerektiği anlaşılmamalı. Kuşkusuz ki milyonlara varan insan topluluklarında anlayış ve görüş farklılıkları olacaktır ve olmalıdır da. Ortak akıldan anlaşılması gereken, aile huzurunu ve toplum barışını koruma ve sürdürme amacıyla bireylerin ‘’temel konularda’’ ortak bir anlayışı paylaşma becerisi gösterebilmeleridir. Bu, kişisel anlamda mantıksal süreçlere dayanan, sorun çözmeye yönelik olarak işleyen tutarlı, sistemli düşünme becerisiyle gerçekleşir. Buradan hareketle ortak değerleri, sorunları ve hedefleri bulunan aileye ve belli bir gruba ait olduğu bilincine ulaşılır. Bunun sonucunda da bireyin, ailenin veya grup üyelerinin kişisel bilincinin toplamını aşan oldukça yüksek bir ortak bilinç durumu ortaya çıkar.
Toplumsal ortak akıl ortamında filizlenip gelişebilen bireyler asla aşağılık duygusuna kapılmadan başka insanların bilgi birikimlerini takdir etme erdemine sahip olur. Ortak akıl oluşturma becerisi nedeniyle yüksek yaşam kalitesine ulaşabilmiş ailelerde huzurun ve toplumda barışın egemen olması şaşırtıcı olmasa gerek.