UYKU BOZUKLUĞU
Artık kalın bir sis perdesi ardında kalan çocukluk dönemine ilişkin anılarını anımsamıyordu. Bu sürecin dışında kalan tüm yaşamı boyunca, kısa sürede uyuyabildiği ve uykularının bölünmediği tek bir gece bile yoktu. Çoğu zaman günün ilk ışıklarına yakın vakitlerde uyuyabiliyordu. Ancak bu, uyumaktan çok bir tür kendinden geçmeydi. Onun açısından daha dayanılmaz olan ise bir veya bir buçuk saat aralarla irkilerek, korkuyla uyanmasıydı. Kimi zaman korkutucu bir düşle uyanıyor ancak rüyasında ne gördüğünü anımsayamıyordu. Dolayısıyla oldukça kalitesiz bir uyuklama olarak gerçekleşen bu süreç dinlendirici olmaktan uzaktı.
Uyanışı ise hiç de kolay olmuyordu. Bekâr olduğu dönemlerde annesinin, evlendikten sonra da eşinin uzun çabaları sonucu yatağından güçlükle çıkabiliyordu. Yataktan çıkıp ayağa kalkmasıyla birlikte, başa çıkması gereken pek çok sorunla da karşı karşıya kalıyordu. Uyuma ihtiyacı içindeki yorgun beyni, zihnini kısa sürede toparlayabilmesine izin vermiyordu. Zihinsel fonksiyonlarının büyük ölçüde yetersiz kalması, odaklanma gerektiren konularda büyük sorunlara yol açıyordu.
Yaşadığı bu uyku sorunu orta ve lise eğitimi sürecini de derinden etkilemişti. ‘’Sabahçı’’ olduğu dönemlerde okul, ona göre oldukça erken saatlerde başlıyor ve öğlen bitiyordu. Yani son ders saatinin bittiğini ilan eden zil sesi onun zihinsel anlamda yavaş yavaş uyanmaya başladığı süreye denk geliyordu. Sonuçta beş ders boyunca boş gözlerle kara tahtaya bakıyor, öğretmeninin anlattıklarını işitiyor ama sonrasında hiç bir şey anımsamıyordu. Bu nedenle matematik ve fen bilimleri ders notlarının karşılığı olarak karnesinde ‘’geçersiz’’ olması beklenen bir şeydi. Aksine, ‘’öğlenci’’ olduğu dönemlerde ise aynı derslerin karne notları oldukça yüksek oluyordu.
Aile büyüklerinin bir anlam veremedikleri bu tuhaf duruma çözüm arayışları sonucunda Doktor ziyaretleri başlamıştı. İlk olarak Nörolojik muayeneden geçirilmişti. Yapılan incelemeler sonucu beyninde herhangi bir sorun saptanamamıştı. Ancak Nöroloji uzmanı olan doktor, uyku hormonu Melatonin salınımının yetersiz olduğunu söylemişti. Bu nedenle kendisinin yapılabileceği bir şey olmadığını, bir Psikiyatr Doktorun görmesinin daha uygun olacağını belirtmişti.
Gösterildiği Psikiyatri uzmanı, iyimser ve şakacı kişiliğiyle anılarında unutulmaz bir iz bırakmıştı. Doktor hiç acele etmeden daha önceki meslektaşının istediği röntgen filmini ve kan tahlili sonuçlarını dikkatle inceliyordu. İncelemesi bittikten sonra bakışlarını, merak içindeki anne ve babasına çevirmişti. Gülümseyerek, çocuklarının bir ‘’imalat hatası’’ olduğunu, ‘’tamirinin’’ de mümkün olmadığını söylemişti! Sözlerine, eğer ‘’garanti belgesi’’ varsa değiştirmelerini aksi halde bu şekliyle ‘’idare etmekten’’ başka çarelerinin olmadığını eklemişti. Doktorun şakacı yaklaşımı anne ve babasının gergin bekleyişini yumuşatmaya yetmişti. Gülüşmelerden sonra, psikolojik açıdan ciddi bir sorun tespit etmediğini, yaşı ilerledikçe uyku düzeninin kendiliğinden düzelebileceğini söylemişti.
Zaman hızla geçip gitmiş ancak uyku sorununda en küçük bir düzelme olmamıştı. Yaşamındaki olağan değişmeler ise oldukça sıradandı. Zorlukla da olsa eğitimini tamamlamış, maaşlı bir işe girmişti. Askerlik görevini yerine getirdikten sonra evlenmiş ve bir çocuk babası olmuştu. Uyku bozukluğuna çözüm arayışlarını ise aralıksız sürdürüyor, konu hakkındaki hemen her yayını yakından izliyordu. Son okuduğu, konuyla ilgili bir Popüler Psikoloji kitabında basit ve kolay uygulanabilir bir çözüm önerisi yer alıyordu. Yazı, uyku öncesi olumsuz düşüncelerin zihninden uzaklaştırılmasını, güzel ve olumlu düşüncelere odaklanılmasını öneriyordu. Örnek olarak da durgun bir denizi, mavi gökyüzünü ve güneşi ya da yemyeşil bir ormanı, çiçekleri hayal etmenin yararlı olabileceği anlatılıyordu.
Yazıdaki öneriler aklına yatmıştı. Daha önce hiç böyle bir şey denemediğine hayıflandı. Etkili olabileceğine inanarak hemen o gece uygulamaya karar verdi. Uyumak üzere yatağına uzanırken umudunu besleyen hayli yüksek beklentiler içindeydi. Uzun zaman önce ailece gittikleri son tatildeki yöresindeki güzellikleri anımsamaya çalıştı. Dalgasız mavi deniz, altın sarısı kumlarıyla uzayıp giden kumsal ve sarı sıcak bir güneş hayali içini ferahlatmaya yetmişti. Tam uykuya dalmak üzereyken, nasıl olduğunu anlayamadan zihni ansızın kontrolden çıkmıştı. İçine ferahlık veren hayalleri önce yavaşça sislenerek bulanıklaşmış ve sonrasında da bütünüyle yitip gitmişti. Şimdi artık geçmişin üzüntü verici anıları ve gelecek kaygılarıyla baş başaydı. Kitapta önerilen, güzel şeyler düşünerek derin bir uykuya geçiş çalışmasını başaramamıştı. Başarısızlığına öfkelendi. Uykusu tamamen kaçtı!
Uyuyabilmek amacıyla kurduğu hayallerin etkisiyle, uzun zamandır ihmal ettiği bir tatilin kendisine iyi gelebileceğini düşündü. Daha önceki tatillerinin uyku sorunu üzerinde olumlu etkilerini yaşayamamıştı. Ama bu kez, yeni bilgiler ışığında durumun öncekilerden farklı olabileceğine inanıyordu. Aldığı bu kararla az da olsa zihninin rahatladığını ve tüm bedeninin gevşediğini hissediyor gibiydi. Şimdi, diğer gecelerden biraz daha derin uyuyabileceği konusunda yeniden umutlanmıştı. Ancak bunun için en rahat ve en uygun yatış pozisyonunu bulmalıydı. Sayısız farklı arayışlar deniyor, ancak hiç birinde de rahat edemiyordu. Dinlendirici bir uyku umudu gittikçe zayıflıyordu. Günün ilk ışıkları pencere perdelerinin aralıklarından sızarak odasının duvarlarını aydınlatmaya başlamıştı. Ancak o, bunun hiç farkında değildi ve hala en uygun yatış pozisyonunu bulma çabalarını kararlılıkla sürdürüyordu. Bir yandan da zihnini meşgul eden geçmişte yaşadığı kırıcı, üzücü anılarla ve geleceğe yönelik kaygıların yarattığı korkularla başa çıkmaya çalışıyordu.
Yaşadığı bu olumsuzluklar, Psikosomatik tıbbın isim babası olarak kabul edilen Fransız Tıp Doktoru Franz Alexander’ın tespitleriyle örtüşüyordu. Dr. Alexander, 1905 yılında pek çok bedensel hastalığın nedeninin aslında psikolojik olduğunu savunuyordu. Kendisine baş vuran hastalarının büyük bir çoğunluğunda sorunun temel nedeninin gerçekte somatik değil; psikolojik olduğunu öne sürüyordu. Örnek olarak da migrenin, kronik kabızlığın, ishalin, uyku bozukluklarının ve kalp çarpıntılarının pek çoğunun hastanın daha önce yaşadığı travmalardan kaynaklandığını belirtiyordu.
Bu bilimsel görüşten hareketle, uyku bozukluğuna bireyin bilinç dışı korkularının yarattığı yaşama karşı güvensizlik duygusunun neden olduğu açıktır. Kuşkusuz ki kendini güvende hissedemeyen birinin huzur içinde ve derin bir uyku uyuması beklenemez.